21 Kasım 2014 Cuma

Yalnızlığımızı Kalabalıklaştırarak Yok Etmeyi Denedik

"
Günümüz toplumunun muzdarip olduğu zamane hastalıklarının başı çekenlerinden biri olan, yalnızlık/erken teşhise olanak tanımayarak girdiği bedende hızla yayılıp tüm savunma mekanizmalarını etkisiz hale getirir. Irk, din, cinsiyet ayrımı gözetmeyen yalnızlık, söz konusu eşcinsel bireyler olduğunda ne yazık ki toplumsallaşma sürecinin ilk basamağını oluşturmaktadır ve açılma süreci öncesinde eşcinsellerde bir dönem muhakkak belirtilerini göstermektedir. Farkındalık sürecine adım atan birey önce dünyada kendini hemcinslerine ilgi duyan tek kişi gibi algılar; ardından kendisiyle aynı hisleri paylaşan başka bireyler aramaya başlar.


Bu süreci aşmanın farklı yolları vardır, sonu üç aşağı/beş yukarı aynı kapıya çıksa da. Kimi bir sivil toplum kuruluşu veya örgütle aşmaya çalışır yalnızlığını, kimi eşcinsel mekanlarda çevre edinerek, kimiyse kendine eşcinsel olmayan bir kanki (fag hag / lesbro) edinerek. Türkiye’de birkaç büyük şehir dışında bu olanakları bulamayanlar ise internetin sağladığı olanaklardan faydalanarak korunmaya çalışırlar bu salgın hastalıktan. Elbette bu yöntemlerden bazılarının bağımlılık ya da truva atı virüsü gibi yan etkileri de olabiliyor. Dozundan fazla kullanılan bir kanki bazen baş ağrısına, sık kullanılan sanal ortamlarda mide bulantısına kadar götürebiliyor insanı. Büyük şehirler sundukları imkanlar bakımından az da olsa farklı diğer kentlerden.

Peki bizler, büyük şehir insanları, yalnızlığımızı ne derecede aşabildik bize sunulan sosyalleşme olanaklarıyla? Sevdiğimiz insanın elinden tutarak girebileceğimiz ve kimliğimizden dolayı yargılanmadığımız sınırlı sayıdaki eşcinsel barlarda özgürleştik mi gerçekten? Barın sıcak atmosferinde terlenince çıkarıp attık mı yalnızlığımızı üzerimizden?
Cevap: Atamadık... Dahası gittikçe de üşüdük ve daha kalın kıyafetler giydik yüreğimizi sıcak tutsun diye, ve bir kalkan daha geçirdik elimize belki lazım olur diye. Yalnızca eşcinsellik ortak paydasında buluşmanın insanların iyi geçinmesine ve ilişki kurmasına yeterli olamayacağını gördük. Yalnızlığa çare değilmiş meğer kuru kalabalıklar; iğne atsan yere düşmeyecek bir barda da kendini yalnız hissedebiliyormuş insan meğer, bunu öğrendik. Duvarlar ördük çevremize örümcek ağlarından; sonunda ne kalabalık olabildik ne de yalnız kaldık. Gettolaştırıldık bize özgürlük vadeder gibi görünen aldatıcı mekanlarda ve sonunda başka yerlerde var olma özgürlüğümüzden olduk "kendimize ait" mekanlar yaratmaya çalışırken. Toplum da boş durmadı tabi bu esnada; bizi yalnızlığa itti marjinal göstererek. David’in Giovanni’yi küçücük odasından çıkardıktan sonra giyotine giden yolda yapayalnız bırakmasının ardında da, Maurice’i Clive’dan koparıp Alec’e sürükleyen olayların ardında da hep toplum vardı. Ancak biz eşcinseller de, farkında olarak veya olmayarak, topluma yardım edip yalnızlığımıza yalnızlık kattık kendi ellerimizle. Yalnızlığımızı kalabalıklaştırarak yok etmeyi denedik; yeni adlar adayıp kendimize, etrafımıza bir çit daha çaktık. Kendine ait bir oda yaratmanın, odanın dışında kalan alanlardan değillenmek anlamına geldiğini unuttuk, yahut hiç farkına varmadık. "

Yazıya şuradan ulaşabilirsiniz. 

15 Kasım 2014 Cumartesi

Nadas

Dün büyük bir sınavımı atlattım ve soluğu terminalde aldım. Şimdi Istanbul'dayım,  ikinci evim.

Kendimi her şeyden soyutladığım/zorunda kaldığım o çok yoğun çalışma dönemlerini içindeyken sevmiyorum. Bittiğindeyse garip bir boşluğa düşüyorum. Her seferinde daha fazla. Okul yüzünden hayat başka her şeye olan hevesimi, ilgilenemedigim oranda azaltıyor mu artık bilemiyorum, ama bunu hiç sevmiyorum.


Biraz da hayattan beklentilerimin azalmasıyla ilgili belki. 20 yaş fazla mı erken havlu atmak için? Savaşacak bir şey göremiyorsa?. Muhtemelen geçici bir dönem ama çok yoğun düşünmek istemediğim kesin. Yazdım ve attım içimden, bir süreliğine nadasa bıraktım ruhumu..


13 Kasım 2014 Perşembe



"Yaşamak şakaya gelmez, 
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
Bir sincap gibi mesela, 
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 

Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
Yani o derecede, öylesine ki, 
Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
Beyaz gömleğinle bir laboratuarda 
İnsanlar için ölebileceksin, 
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
Hem de en güzel en gerçek şeyin 
Yaşamak olduğunu bildiğin halde. 

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
Yaşamak yani ağır bastığından. "