17 Mayıs 2015 Pazar

Zeytinlikten - 1

Pazarları hiç sevmem ama bu pazar size biraz yeşillikten bahsedeceğim, köklerimden. Yaşlı zeytin ağacının hikayesini dinlemek isteyenler gelsin otursun gölgeliğime...

Nasıl olmuşsa olmuş, Kafkasya'dan ve Orta Doğu'dan tohumlar gelmiş birbirini bulmuş vakti zamanında. Onca kıtlık, göç ve savaştan sonra.. Anadolu'da çok da verimli sayılmayan bir toprakta yerleşmişler. 3.kuşak tohumlar orada köklenmiş de köklenmiş. Şubat soğuğunda 2 genç sarılmışlar birbirine ve 9 ay sonrasına ekmişler bir tohum daha. Tam siyah zeytin hasat zamanına.. Meyve biraz ağır gelmiş : 4,5 kg.. :)

Erkeğin "sapına kadar erkek" sayıldığı, kadının "elinin hamuruyla, eksik etek haliyle" evinde oturduğu epey kalabalık bir sülalede büyüdüm. Çocukken bu kalabalığın kıymetini pek anlamıyordum ama şimdilerde yaşam tarzlarımız uymasa bile aynı sofraya oturduğumuzda bunu daha sık yaşamak istediğimi fark ediyorum. Aile olmak böyle bir şey herhalde. Farklılıkları kabul edip bir lokmayı bölüşebilmek. Sonradan fena şekilde dedikodu da döndürülür tabii. Türk ailesi olmak da böyle bir şey herhalde..

Çok sorunsuz bir çocuktum. Çocukluğumun sorunlarından bahsetmiyorum tabii. Kolay idare edilebilen, söz dinleyen, vur başına al ekmeği tarzı bir çocuktum. Bilinçaltımda bana almadıklarına kızdığımdan mıdır nedir bilmem, tek yaramazlığım ablamın oyuncak bebeklerinin saçlarını kesmek, kıyafetlerini parçalamak falan olurdu. Esasen hiçbir zaman bebekle oynamak istediğimi hatırlamıyorum; ama bilinçaltı işte, belli mi olur ?!

Otorite, aile içinde anneme etiketlediğim bir kavramdı. Her sabah bizi uyandıran, tüm evi toplayan, kahvaltımzı hazırlayan, o kargaşa içinde üst kattan gelen kuzenimin kravatını bağlayan, babamın pantolonlarını ütüleyen, hepsini halledince bir de kendisi hazırlanıp günün 10 saatini 6 katlı bir binanın 3.katında, koridorun solundaki 2.odada geçirmek üzere evden fırlayan kahraman bir annem vardı. O zamanlar gözüme batan tek kusuru, arada bir kaçan çorabıydı. Sesinin sandığım kadar güzel olmadığını, istediği her şeyin aslında benim iyiliğime yaramadığını, pek çok şeyi yapıp yapmamasına karar verirken göz önünde bulundurduğu şeyin "eş dost ne der" olduğunu, çoraplarınınsa artık kaçmadığını ne zaman fark ettim hatırlamıyorum.. O nelerin kaçıp kaçmadığının farkında mı, ondan da çok emin olamıyorum.. :)

-----

Anlam bütünlüksüz, kopuk hikayeler serisi olacak gibi hayatımın blogdaki versiyonu. Gerçeği de ne kadar anlamlandı, ilerleyen yazılarda birlikte karar veririz belki. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder