16 Şubat 2015 Pazartesi

Handle ?!

Mutluluğu sınıflara ayıramam, genelleme yapabilirim ancak. Gülümsetir, huzur verir, umutlandırır.. Acı içinse onlarca alt tip sayabiliriz herhalde. Anılarımda mutluları kendimi biraz zorlamadan hatırlayamam mesela, beni üzenleri ise kolayca sıralayabilirim.. Kendi acılarımı düşündüğüm kadarıyla söylüyorum ki ; genelleyemeyiz. Derinliği, kokusu, rengi başka başkadır her ayrılığın, ölümün, her düşüşün..
Hayatım boyunca çevremde hiç en göz önündeki kişi olduğumu hatırlamıyorum, sevmem de zaten göze çarpmayı. Hep uyum sağlayan, dengeleyen, daha sakin olandım ben. Hal böyleyken birilerinin dikkatini çekmek zordu, zihnimdekileri ve hissettiklerimi bilmelerini öyle isterdim ki küçükken. Olmadı. Büyüdüm. Ben öğrendim insanlara kendimi açmayı, bana dokunmalarına izin vermeyi ve onlara sınırlarınca dokunabilmeyi. Kanadım tabi. Ne kadar değer verirsen o kadar inciniyorsun, o kadar beklentin artıyor belki. Bu yazım da aşka dair, bu kelimeyi çok sevmesem de, bu konuda  yeteneksiz ya da belki bahtsız olsam da..



Bugünlerde acının bambaşka bir boyutuyla tanıştım işte. Aylardır görüştüğüm bir adam var, özel bir şey yok aramızda. Bense eskiden ihtimal dahi vermeyeceğim şeyler hissediyorum, kendimden 10 yaş büyük bir adama.. Hem yumuşacık hem inanılmaz enerjik bir sesi olan, azıcık kısa boylu, kavruk tenli, uzun düzgün parmaklı, koca yürekli o güzel adama.. Öyle güzel gülüyor ki, hayatımın fon müziği yapabilirim.. İlk başta kendimi kaptırmamak için çok uğraştım, hissettiğimi sorsanız aramızda üç-dört yaş var derim ama on yaş kocaman hayatlar-hikayeler demekti bizim yaşlarımızda. Uzun süre uzak kalmaya çalıştım, arada kısa bir ilişkim bile oldu.. Kendime sürekli "Shehzad saçmalama oğlum, onun gözü seni görmüyordur bile." diye telkinde bulundum. Ama pes ettim, kandıramadım kendimi. Onun hayaliyle güne başlar, her mutluluğumu onunla paylaşmak ister oldum.. Son zamanlarda daha sık görüşmeye başlamıştık ve öyle samimi davranıyordu ki, iyice kaptırdım kendimi.. Guess what..
Hayallerimin tavan yaptığı, gelecekte  belki "biz" gibi bir umuda tutunabileceğime inandığım bir gün karşıma geçti ve "aşk acısı çekiyorum ben" dedi.. Anlatmaya başladı.. İnanın bana, bunun acısını ve şaşkınlığını başka hiçbirine benzetemezsiniz işte. Aşık olduğu kişiden, bırakıp gidişinden, yorulduğundan, hayattan nasıl soğuduğundan bahsedip durdu : "I can't handle !" Sever böyle aralara yabancı cümleler katmayı. Bense göz pınarlarıma ve ses tonuma hakim olmaya çalışır halde karşısında psikiyatrı, iyi arkadaşı oynamaya çalıştım. "Üzme kendini, belki senin istediğin şekilde sonuçlanır." gibi bir şey dediğimi hatırlıyorum. Kendime de o kadar söylemiştim ki 'benim istediğim gibi sonuçlanabileceği'ni.. "Her şey insanlar için." dedi, iri kahverengi gözlerini gözlerime dikerek, hüzünle.. Yapabilsem orayı anında terk eder, uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşırdım. Yapamadım.. Oturduğum yere gömüldükçe gömüldüm. Kafam büyüdükçe büyüdü sanki. Ses çıkaramadan dinledim. Onun da benimle aynı duyguları hissedebileceğini görmek kötüydü, ona mı üzüleyim kendime mi, düşünemedim bile..



Şimdilerde de arayıp danışıyor sürekli bana, sesini duydukça kötü oluyorum. Gözlerimi şöyle 1 sn sımsıkı kapatıp derin bir nefes alıp başlıyorum tavsiyelere. Onu rahatlatmaya çalışmaya, iyiliği, mutluluğu için çabalamaya.. Bu neyin yarası bilmiyorum ama çok mide bulandırıcı. Keskin, küf kokulu, simsiyah ve akıntılı..
Shakespeare demişti : "Beklentiler daima yaralar" deyu. İnan denedim S..

Dedim size..
Hayatım boyunca çevremde hiç en göz önündeki kişi olduğumu hatırlamıyorum, sevmem de zaten göze çarpmayı..
O'nun da 2.kişisi, belki 3.-4.sü olurum. Neyse, alışırım..
O hep gülsün, ben de dinleyeyim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder